Günümüzde tıp alanında büyük gelişmeler olmasına rağmen kronik hastalıkların tedavisinde gerçek bir başarının elde edilebildiğini söyleyebilmek ne yazık ki mümkün değildir. Özellikle son 40-50 yılda kronik hastalıklarda adeta bir patlama yaşandığını görmekteyiz. Modern yaşamın getirdiği olumsuzlukların da etkisiyle geçmişte çok sık karşılaşılmayan pek çok yeni hastalıkla da karşılaşmaya başladık. Bu hastalıkların çoğunluğu kronik seyirli hastalıklardır ve maalesef bunların büyük bir kısmının tedavisinde "ana akım" tıp ekolünün başarılı olduğunu söyleyebilmemiz mümkün değildir. Kronik hastalıkların tedavisinde yetersiz kalınması bu hastalıklara farklı bir yaklaşım ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Son yıllarda ABD ve Avrupa ülkelerinde giderek yaygınlaşan bu yeni tıp ekolü “Fonksiyonel Tıp”, "İntegratif Tıp" veya "Holistik Tıp" olarak adlandırılmaktadır. Hastalıkları bütüncül (holistik) ve sorgulayıcı bir bakış açısıyla irdeleyen fonksiyonel tıp yaklaşımı modern tıbba geniş bir açıdan bakma yöntemidir.
Fonksiyonel tıp hekimleri yalnızca hastalıklar hakkındaki standart bilgileri kullanmakla yetinmezler. Bunun yanı sıra tıp eğitimi süresince edinilen tüm bilgileri de özümser ve aralarındaki bağlantıyı kurarak bir araya getirir ve hastalara çok yönlü, geniş bir açıdan ve bütüncül olarak bakılması gerektiğini kabul ederler. Birçok kronik hastalığın altında vücudun dengesini bozan biyolojik, fizyolojik, genetik ve hormonal sebepler yatmaktadır. Bilinçli bir yaklaşımla tüm bu hastalıklar önlenebilmekte veya erken dönemde saptanarak ilerlemesi durdurulabilmektedir. Fonksiyonel tıp yaklaşımı başarılı bir tedavi için önce altta yatan asıl sebeplerin bulunması ve hastalık hangi sistemlerden (dikkat organdan değil !!!) kaynaklanıyorsa ona yönelik bir tedavinin düzenlenmesi gerektiğini kabul etmektedir. Bu bakış açısıyla yaklaşıldığında çaresizmiş gibi bilinen birçok hastalığın tedavisinde alışılmışın dışında başarılı sonuçlar alınması hem hastaların, hem de hekimlerin bu alana ilgisini her geçen gün giderek artırmaktadır.
Kelime anlamı olarak bütüncül, bütüne bakan anlamına gelen holistik yaklaşım insanı ruhsal, bedensel, sosyal çevresiyle birlikte bir bütün olarak ele alır. Hastalığa değil hastaya odaklanır. Vücudun uyumlu çalışmasını bozarak hastalığa neden olan faktörleri araştırır. Yalnızca hastalığın semptomlarını gidermekle yetinmez aynı zamanda sorunların kökenine inerek gerçek ve kalıcı bir tedavi yapmayı hedefler. Tanı ve tedavide modern ve doğal tıbbın tüm olanaklarından yararlanırken yan etkisiz yöntemlere öncelik verir. Hekimle hasta arasında dostluk ve güvene dayalı, eşit bir ilişkinin kurulduğu, hastanın eğitildiği ve tedavi sürecine aktif olarak katıldığı bir tedavi yaklaşımıdır. Batı tıbbı hastalık odaklı bir yol izlerken, holistik tıp sağlığa odaklı bir bakış açısını ön plana alır. Bu özelliklerinden dolayı holistik tıp “kişiye özel” yaklaşımda bulunmaya müsait bir tedavi yöntemidir.
Hekimlik günümüzde maalesef sadece belirtileri tedavi eden bir teknisyenlik haline getirilmiştir. Günümüzde verilen tıp eğitimi insanı bir bütün olarak görmeyen ve değişik uzmanlık alanlarına bölen bir eğitim sistemini benimsemiştir. Bu dogmaya göre kalp probleminiz için kardiyoloji uzmanına, mide ağrınız için dahiliye uzmanına, eklem ağrınız için romatoloji uzmanına, cilt hastalığınız için dermatoloji uzmanına başvurmanız gerekir. Dermatoloji uzmanına göğüs ağrınız hakkında soru soramazsınız. Eğer sorarsanız sorunuzu yarıda keser ve kardiyoloji uzmanına başvurmanızı ister. Oysa insan vücudu tüm organ sistemleriyle uyum içinde çalışan mükemmel bir yapıdır. Hiçbir organ bir diğerinden bağımsız olarak tek başına çalışmaz. Bir organ sisteminde oluşan bozukluk sonunda diğer organları da etkiler. Dahiliye uzmanı olarak takip ettiğim böbrek yetmezliği olan hemodiyaliz hastalarımda veya yoğun bakımda uzun süre kalan hastalarımda bu durumu daha da net olarak gördüm. Böbrek fonksiyonları bozulan hastalar bunun yanında sindirim sistemi hastalıkları, kalp hastalıkları, cilt hastalıkları, kansızlık, kemik hastalıkları, çeşitli derecelerde psikolojik rahatsızlıklara da yakalanıyorlar. Bu konuda daha başka örnekler de verilebilir. Mesela şeker hastalığı ve tiroid hastalıkları endokrin sistem hastalığı olarak sınıflandırılır, oysa beyin, kalp, böbrek, sindirim sistemi ve ruhsal durumu da etkilediği gibi sıklıkla cilt problemlerine de sebep olur. Peki birbirinden bağımsız gibi görünen bu şikayetlerin her birini ayrı bir branş hekiminin tedavi etmesi gerektiğini öngörmek ne derece doğrudur? Bu kadar parçalara bölünmüş bir tedavide her hekimin diğerlerinden haberdar olmadan verdiği semptomatik tedavi aslında sorunu biraz daha ağırlaştırmaz mı?
İnsan vücudu kendi içinde uyum içinde çalışırken içinde bulunduğu ortamla da kuvvetli bir etkileşim içindedir. Dış ortamdan beş duyusu ile aldığı uyaranlar, beslenme alışkanlıkları, uyku düzeni, iş aile ve okul yaşamındaki stres, gündüz veya gece çalışıyor olması, bağırsak florası, yaşadığı çevre, sosyal ilişkileri otonom sinir sistemi üzerinden bütün vücut sistemlerini etkiler. Gerçek bu olmasına rağmen hekimlerin hastalıkların tedavisi sırasında izleyeceği yolu belirleyen rehberler (guideline) hastalıkları yalnızca belirti ve tahlil sonuçları üzerinden değerlendirmektedir. Semptomlar ve tetkik sonuçlarına göre çoğu zaman hastalara standardize edilmiş tek tip tedaviler önerilir ve çoğunlukla hastalıklara neden olan faktörler üzerinde durulmaz. Teşhis ve tedaviyi standardize ettiği düşünülen bu kılavuzların ilk anda hekimlere kolaylık sağladığı düşünülebilir ancak teknisyen düzeyine indirilen hekimler yalnızca hastalık belirtilerini tedavi eder. Bu sistem hastalık, tetkik ve ilaç kısır döngüsü içinde dönmeye mahkumdur.
Hastalıkları bulmak için hekimlere verilen yol haritası bize göre yanlış bir haritadır. Bu yol haritası bize hastalığı teşhis edip hasta kim olursa olsun ona standart bir tedavi vermemizi öngörür. Bu yanlış bir ekoldür ve bizi yanlış yola gönderen bir yol haritasıdır. Eklem ağrılarınız, deri kaşıntılarınız, iltihaplı bağırsak sendromunuz ve depresyonunuz birbiri ile tamamen bağlantılıdır. Dolayısı ile bu kronik hastalıkların karmaşasından çıkmanın yolu, ancak bu bağlantıları görebilen yeni bir yol haritası ile mümkündür. Aslında bizim hastalık dediğimiz durumlar vücudun uyumunun ve iç dengesinin (homeostazis) içten ve dıştan gelen sebeplerden dolayı bozulmasıdır. Bu sebeplerin pek çoğu engellenebilir ve düzeltilebilir. Hastalığın adı ve bu hastalığın hangi uzmanlık dalına ait olduğu çok da önemli değildir. Önemli olan bu hastalığa sebep olan ana neden veya nedenlerdir.
Hekimlik teknisyenlik değil bir sanattır. Dolayısı ile her sanatta olduğu gibi icra edilen tıp sanatına hekimin kendi kişiliğinden de kattığı birçok şey olmalıdır. Hekim, hastaya önerdiği yaşam tarzı değişikliklerini kendi yaşantısında da uygulayarak rol model olmalıdır. Hastasına sigarayı bırakmasını tavsiye ederken kendisi sigara kokan veya fazla kilolarını verme önerisinde bulunurken kendi göbeğini eritemeyen bir hekim nasıl rol model olabilir ki?
Holistik hekimlik sadece hastalık belirtilerini tedavi eden teknisyen tıp doktoru yerine sanatçı doktoru getiren bir bakış açısı olmasından dolayı daha derinlikli bir emek ve eğitim gerektirir. Holistik bakış açısına sahip hekimler insan bedenini branşlara ayırarak tamamen birbirlerinden bağımsızlarmış gibi ayrı bölümler halinde ele almak yerine insanı ruh ve beden bütünlüğüyle ele alır ve şifa için modern ve geleneksel her tür tedaviyi bu ilke çerçevesinde uygular. Temel amaç, ruh ve bedeni sağlıklı ve güçlü kılmak yoluyla hastalık etmeniyle vücudun doğal yollardan başa çıkabilmesine yardımcı olmaktır. Vücut inanılmaz bir iç şifa potansiyeline sahiptir. Kendi kendine yaralarını onarır, kırık kemiklerini kaynatır, mikroplara direnir, enfeksiyonları yener. Bize düşen, gerekli durumlarda onun bu gücüne destek olmak, vücut direncini düşüren sebepleri ortadan kaldırırken, bağışıklık sistemini güçlendirmektir.
Holistik tıp yaklaşımında geleneksel tedavi yöntemlerinin de kullanılması demek modern tıptan uzaklaşmak anlamına gelmemektedir. Modern tıp eğitiminin tarihçesinin sadece birkaç yüzyıllık bir geçmişi olduğunu göz önüne aldığımızda, binlerce yıldır insan sağlığında kullanılan yöntemlerin hepsinin, tıp fakültesi mezunları tarafından keşfedilip uygulandığını söylemek elbette mümkün değildir. Fitoterapiden akupunktura, meditasyondan modern tıptaki ilaçlara kadar sayısız yöntem, insanların doğayı ve insan bedenini yakından ve dikkatle gözlemlemesi sonucu geliştirilmiştir. Holistik hekim, standart tıp eğitiminin yanı sıra, bilimsel etkinliği gösterilmiş, doğal tıp yöntemleri konusunda da eğitim almış ve yeri geldiğinde bunlardan da faydalanan hekimdir. İyi bir holistik hekimin yetişmesi, ayrı bir eğitim ve emek ister. Günümüz tıp fakültelerindeki eğitim henüz bunu sağlamaktan uzaktır. Bu nedenle, ülkemizde halen, kendi gayret ve emekleriyle yetişmiş az sayıda gerçek holistik hekim vardır.
Modern tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat ‘’İçimizdeki doğal iyileşme gücü, şifa için en önemli kaynaktır’’ der. Holistik hekimin görevi, dışarıdan tedavi edici bir madde vermeden önce, bu iyileşme gücünü harekete geçirmektir. Hastaya zarar vermemek en temel ilkedir. Hastanın eğitilmesi ve tedavi sürecinde sorumluluk alması, holistik tıbbın ana ilkelerindendir. Tedavide, bilimsel dayanağa sahip ve yan etkisiz geleneksel doğal tedavi modellerinin yanı sıra en yeni bilimsel çalışmalardan da muazzam bir hız ve etkinlikte istifade edilir. Holistik Tıp yalnızca hastalık semptomlarını gidermekle yetinmez aynı zamanda sorunların kökenine inerek gerçek ve kalıcı bir tedavi yapmayı hedefler. Hastalığın coğrafyası yani vücudun hangi kısmında meydana geldiğinden öte, hastalığın altta yatan ana mekanizması ile ilgilenir Bu yüzden holistik hekimleri hastalık dedektifi olarak nitelendirmek çok da yanlış olmaz.
30 yılı aşan hekimlik hayatımızın son 16-17 yılında holistik tıbbın bu ilkeleri çerçevesinde hastalarımızı değerlendirip, tedavi ederken ömür boyu ilaç kullanması gerektiği söylenen birçok hastanın yapılan düzenlemeler ile ilaçlarını azaltabildiklerini veya tamamen ilaçsız sağlıklı yaşantılarına dönebildiklerini defalarca gördük. Geldiğimiz bugünkü noktada mesleki tecrübelerimize de dayanarak cesurca şunu söylememiz gerekiyor: Bizlere modern tıp olarak dayatılan algoritma aslında sağlığı ticarileştiren, hasta ve hekim ilişkilerini bozan, hastalıkların tanı ve tedavisini güçleştiren, ilaç firmalarının ve sağlıkla ilgili uluslararası sermayenin karlarını artırmaya yönelik ilişkiler yumağıdır. Amaç insanların hasta olmasının engellenmesi olması gerekirken ilaç firmalarının bu konuda ciddi bir yatırım yaptığını söylemek de mümkün değildir.
Yazımızı kliniğimizin sloganı ile bitirelim: “Sağlıklı olmak sizin elinizde; Haydi geç olmadan başlayalım…”
20.Ağustos.2015
Yasal Uyarı: Bu makale özgün bir yazı olup telif hakkı yazara aittir. Kopyalanarak başka mecralarda kullanılması durumunda hukuki yollara başvurulacaktır. Kopyalanmadan sayfamıza link verilebilir.