PAYLAŞ

Diyabet ve Metabolik Sendrom

Diyabet ile ilgili videomuzu üstteki linkten izleyebilirsiniz.

Halk arasında şeker hastalığı olarak da bilinen “Diabetes Mellitus” ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan “metabolik sendrom” son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çığ gibi büyümektedir. Şeker hastalığı 21. yüzyılın salgını olarak tanımlanırken Türkiye ne yazık ki bu tabloda başrolü oynamaktadır! Zira 2013 yılı verilerine göre Türkiye 7 milyon diyabetli hasta ile Avrupa ülkeleri arasında diyabet şampiyonudur!

Yorgunluk, halsizlik, çok su içme, sık idrar yapma, yaraların geç iyileşmesi, kuru ve kaşıntılı cilt, sık enfeksiyon gelişimi, çok yemek yeme isteği, yoğun açlık hissi, hızlı kilo kaybı veya hızlı kilo alımı, el ve ayaklarda yanma ve uyuşma gibi şikayetlerle kendini gösteren bir hastalıktır.

Tanının kesinleşmesi için yapılması gereken  testler şunlardır:

  • açlık insülini tayini
  • açlık ve tokluk kan şekeri tayini
  • idrarda şeker ölçümü
  • HbA1c ölçümü
  • Seçilmiş bazı hastalarda şeker yükleme testi (hamilelere önermiyoruz)

Sağlıklı bir kişide açlık kan şekeri 90 mg/dl altında, tokluk kan şekeri 140 mg/dl altında olmalıdır.   Açlık kan şekerinin 126 mg/dl üzerinde, yemekten iki saat sonra ölçülen tokluk kan şekerinin 200 mg/dl üzerinde olması ve şeker yükleme testinin ikinci saatinde kan şekerinin 200 mg/dl üzerine çıkması ile diyabet tanısı konur. Son üç aylık şeker ortalamasını gösteren HbA1c testinin sonucunun %6,5 ve üzeri olması diyabet tanısını destekler. HbA1C değeri %5,8’in altında ise normal, %5,9-6,4 arası ise sınır değer olarak kabul edilir. Hastadan veya laboratuvardan kaynaklı hatalar olabileceği göz önünde tutularak bu testlerin farklı günlerde birden fazla  sefer bozuk çıkması durumunda diyabet teşhisi konulur.  

Gestasyonel diyabet (gebelik diyabeti) ve sekonder diyabet gibi sayıca az görülen diyabet türlerini hesaba katmazsak Diyabet Hastalığını Tip1 ve Tip 2 diyabet olmak üzere iki ana gruba ayırabiliriz. İkisinin etyolojileri birbirinden tamamen farklıdır. Tip 1 diyabet daha çok 20 yaş altı gençlerde görülen bir otoimmün hastalıktır (Tıklayınız). Bağışıklık sisteminin aşırı uyarılması sonucunda pankreastaki insülin üreten beta hücrelerinin tahrip edilmesi veya insüline karşı antikor yapılması sonucunda  ortaya çıkan bir klinik tablodur.  Başka bir deyişle vücut kendisine ait bir organı, bir hücreyi ve bir hormonu yabancı olarak algılamakta ve onu yok etmeye yönelik iltihabi bir reaksiyon başlatmaktadır. Tip 1 diyabet kronik seyirlidir ve ömür boyu devam eder. Görülme oranı Tip 2 diyabete göre çok düşüktür. Tip 1 diyabette pankreas tahrip olduğu için insülin hormonu salgılanamaz. Bundan dolayı bu hastalar tedavi için ömür boyu insülin  iğnesi kullanmak zorundadır.  Yaşam biçimi düzenlemeleri, sağlıklı beslenme uygulamaları ve egzersiz ile bu hastaların hayat kaliteleri düzeltilebilir. Hayat kalitesinin düzeltilmesi demek; kullanmak zorunda oldukları insülin miktarının makul seviyelerde tutulabilmesi, fiziksel ve mental gelişmelerinin yaşlarına uygun olarak sağlanması, sosyal hayattan kopmalarının önlenmesi,  otoimmun hastalığa neden olan faktörlerinin ortadan kaldırılması ile başka otoimmun hastalıkların da  gelişmesinin önlenmesi demektir.

Asıl şeker hastalığı olarak bilinen hastalık ise Tip 2 Diyabettir.  Tüm diyabetlilerin %90’ı bu tiptedir. Kan şekeri (glükoz) yüksekliği ile seyreden kronik bir hastalıktır. Daha çok orta ve ileri yaş grubunun hastalığı olarak bilinse de günümüzde görülme yaşı 15’e kadar düşmüştür. Tanısı konmuş diyabet hastalarının yanında henüz teşhis edilememiş olan, glükoz tolerans bozukluğu (prediyabet) aşamasında olan ve şeker hastalığının birçok komplikasyonu geliştiği halde şeker hastası olduğunun farkında olmayan hastaların sayısı da azımsanamayacak kadar çoktur. Bazı hastalar kendilerinde şeker hastalığı saptanmadan önce  koroner kalp hastalığı, böbrek yetersizliği, damar hastalıkları, felçler, hipertansiyon, mide bağırsak fonksiyon bozukluklarıobezite, iyileşmeyen ayak yaraları gibi şikayetlerle doktora başvurduklarında diyabet hastası olduklarını öğrenirler.  Yukarıda saydığımız bu hastalıklar diyabetin komplikasyonlarıdır.

Metabolik sendrom dediğimiz tablo ise  karın içindeki organların çevresinde aşırı yağlanma, trigliserid ve kolesterol yüksekliği, yüksek tansiyon, insülin direnci, kan şekeri yüksekliği,  kanda pıhtılaşma eğiliminin artması ve kronik enflamasyon ile seyreden, kalp-damar hastalıklarının da tabloya eklendiği bir dizi bulgu ve hastalıkla seyreden bir metabolizma bozukluğudur. Tip 2 diyabet ve metabolik sendromun sınırlarını çoğu zaman tam olarak birbirinden ayırmak mümkün değildir. Genellikle bu iki tablonun bulguları birbirinin içine geçmiş olarak görülmektedir.

Tip 2 diyabet ve metabolik sendromlu hastaların tedavisi için bu hastalara çoğunlukla ömür boyu diyet yapması ve yine ömür boyu ilaç kullanması önerilir. Genellikle egzersiz önerileri de yetersiz ve klişe önerilerden ibarettir. Bu gruptaki hastalar hastalıklarının asıl nedeni, hastalıklarının nasıl seyredeceği ve bu durumla nasıl başa çıkabilecekleri konusunda yeterli bilgi sahibi değillerdir. Halbuki diyabet hastaları neredeyse bir doktor kadar kendi hastalığını bilmek zorundadır. Hastalardan  “Annem,  babam da şeker hastası. Zaten şeker hastalığı bizim ailede genetik olarak ortaya çıkıyormuş. Bende de o nedenle çıkmış” sözünü hep duyarız. Çoğu hasta ise metabolik sendromu belki de hayatında hiç duymamıştır.  Oysa Tip 2 diyabet ve metabolik sendrom tamamen önlenebilen  ve % 100 geri döndürülebilen hastalıklardır.Organik kalıcı bir hasar oluşmadan tedaviye başlanırsa bu hastalar  ilaç kullanmaya gerek duymadan veya kullanılan ilaçlar azaltılıp zaman içinde tamamen kesilerek normal metabolik tabloya kavuşabilirler. Beslenme yanlışlarının düzeltilmesi, bağırsak florasının düzenlenmesi, kişinin bilinçli ve düzenli olarak egzersiz yapmaya başlaması, D vitamini gibi bazı eksik unsurların tamamlanması, yaşam tarzı değişiklikleri ile hasarın derecesine göre, hastalık belirtileri ve komplikasyonlar geri döner ve kişi sağlığına tekrar kavuşur.

Tip 2 Diyabet sanılanın aksine sadece kan şekeri yüksekliğiyle seyreden bir  hastalık  değildir. Tip 2 Diyabet insülin ve leptin sinyalizasyonunun bozukluğuyla ortaya çıkar. Aynı şekilde kardeş hastalık olan metabolik sendromun da en başta gelen sebebi insülin ve leptin bozukluğudur. Her iki hastalığa da basit şeker, sanayi tipi früktoz şurubu ve rafine  karbonhidratların fazla miktarda tüketilmesi sebep olur.  Ne yazık ki modern tıp hala diyabet, metabolik sendrom ve yüksek miktarda rafine şeker tüketimi arasındaki bağlantıyı tam ve eksiksiz olarak kabul edebilmiş değildir.  Halbuki metabolizma bozukluğunun mekanizması çok açık olarak ortadadır. Glisemik indeksi yüksek olan karbonhidratların aşırı miktarda tüketilmesi fazla miktarda insülin salınmasına sebep olur. Salgılanan insülin alınan karbonhidratı yani şekeri ya hücre içine sokar ya da yağ deposuna göndermek üzere yağa çevirir. Sürekli basit şeker içeren karbonhidrat tüketimine devam edilmesi durumunda bir süre sonra fizyolojik düzeydeki insülin seviyesi kan şekerini regüle etmekte yetersiz kalır. Fazla  glikozu hücre içine sokabilmek için pankreas daha fazla insülin salgılamak zorunda kalır. Ancak bir süre sonra hücreler yüksek insüline  karşı duyarsızlaşmaya başlar. Kan dolaşımında fazla miktarda insülin olmasına rağmen hücrelere sözünü geçiremez.  Bu duruma insülin direnci denir. Peki insülin ve leptin direncine neler sebep olur? En başta gelen sebepler basit şeker, sanayi tipi früktoz şurubu ve rafine karbonhidrat ağırlıklı beslenmedir. Bunların yanında, hareketsiz yaşam, uyku bozuklukları, bağırsak flora bozukluğu, D vitamin eksikliği, stres vb de diyabet ve metabolik sendromun oluşumuna neden olan diğer faktörlerdir. İnsülin ve leptin direnci gelişince metabolik tablo bozulur. Metabolik tablonun bozulması demek otonom sinir sisteminin tüm iç organlarımızı yönetiminin bozulması demektir.

Şeker hastalığı tanısı konduktan sonra verilen ilaçların bir kısmı insülin direncini kırmaya yönelik ilaçlar,  bir kısmı ise insülin seviyesini yükselten ilaçlardır. İnsülin direncini kıran ilaçlar insülin direncine neden olan faktörler ortadan kaldırılmadığı sürece tedavide yetersiz kalırlar. Zaten yüksek insülinin neden olduğu bir hastalığı tedavi etmek için verilen insülin iğneleri ve insülini yükselten ilaçlar  tabloyu düzeltmek yerine daha da ilerlemesine neden olurlar. Her iki ilaç grubu da ilk anda kan şekerini düşürüyor gibi görünür ancak kan şekerinin kontrolünü sağlamak için dozu sürekli artırmak gerekir. Bu ilaçlarla hastalık  tedavi ediliyor gibi görünse de aslında sadece belirtiler ortadan kalkar. Hastalar  ömür boyu ilaçlarla yaşamak zorundadırlar.

Biz  Tip 2 diyabetin tamamen tedavi edilen bir hastalık olduğunu kabul ediyoruz. Hastalarımızı sadece ilaç vererek yalnız bırakmıyoruz. Diyabet hastalarının  bir doktor kadar kendi hastalıklarını bilmek zorunda olduğunu düşündüğümüz için onları hastalıkları hakkında bilgilendirip eğitiyoruz. Ayrıca beslenme yanlışlarının düzeltilmesi, bağırsak florasının düzenlenmesi,ve düzenli egzersizin önemi konusunda da eğitim desteği veriyoruz. Makro ve mikro besin unsurlarının (D-vitamini, mineraller, omega-3, vitamin B12 v.s) eksikliklerini tamamlayarak zaman içinde kullandıkları ilaç miktarlarını azaltıp sonunda da tamamen bırakılmasını amaçlıyoruz. Tedavi süresince stres düzeyini azaltıcı, uyku düzenleyici, anti-enflamatuvar ve otonom sinir sistemini dengeleyici etkisinden dolayı Akupunktur tedavisinden de yararlanıyoruz. Diyabette kullanılabilecek destekleyici tedavi seçeneklerinden bir tanesi de Ozon tedavisidir. Ozonun anti-enflamatuvar ve bağışıklık sistemini düzenleyici (immün modülasyon) etkisinden yararlanarak seçilmiş uygun vakalarda bu tedaviyi de hastalarımızda başarıyla kullanmaktayız. Kliniğimizde antioksidan dozlarda, intravenöz (damar içi) C vitamini tedavisini de Diyabet ve Metabolik Sendrom tedavisinde, destek unsuru olarak, başarı ile uygulamaktayız.

31.Ağustos.2015

 

KONU İLE İLGİLİ ÖNERİLEN DİĞER YAZILARIMIZ İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYINIZ:

1- Tip-2 Diyabetin, İlaç Kullanmadan Tedavi Edilebilen Bir Hastalık Olduğunu Biliyor Musunuz?

 

Yasal Uyarı: Bu metin özgün bir yazı olup telif hakkı yazara aittir. Kopyalanarak başka mecralarda kullanılması durumunda hukuki yollara başvurulacaktır. Kopyalanmadan sayfamıza link verilebilir  

Test

Form Gönderimi

Tamam

Bizi takip edin
Yeni yazılarımızdan haberdar olmak için , e-posta adresinizi
yazarak web sitemize ücretsiz kayıt olabilirsiniz.
İLETİŞİM
  • Tunus Caddesi Tokgözoğlu Apt. 63/2 Kavaklıdere / ANKARA
  • +90 (312) 426 11 81
    +90 530 305 14 22
  • balimklinik@yahoo.com
Web sitemizdeki yazılar bilgilendirmek amacıyla hazırlanmıştır. Tedavi yerine geçmez. İnternetteki bilgilere dayanılarak yapılan bilinçsiz uygulamalar ciddi sağlık problemlerine yol açabilir. Lütfen tedavinizin yönetilmesi için bir hekime başvurunuz.
Web Tasarım Teknobay.

KVKK'na uygun olarak kullanıcı deneyiminizi iyileştirmek için çerezler kullanıyoruz. Sitemizi ziyaret etmekle çerez ve gizlilik politikamızı kabul etmiş sayılırsınız. Daha fazla bilgi edinmek için Gizlilik ve Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.

KABUL ET DAHA FAZLA BİLGİ