İKİNCİ BÖLÜM
Bu yazıyı okumadan önce “BİRİNCİ BÖLÜM”ü okumanızı öneririm.
İyot: Gündelik hayatta eksikliğiyle en fazla karşılaşılan 3 önemli unsurdan bir tanesi iyottur. İyotun önemli etkilerini aşağıda sıralayalım:
-İyot önemli bir antioksidandır ve kronik enflamasyonun yatışmasında etkili bir ajandır (13).
-İyot bağışıklık sistemi üzerinde dengeleyici bir etkide bulunur ve immün sistemin sağlıklı işlev görmesine katkıda bulunur.
-İyodun bir başka özelliği de apoptoz üzerine olan olumlu etkisidir (14). Fonksiyonunu yitiren veya kanserleşen hücreler vücut tarafından “programlı hücre ölümü” yoluyla yok edilir. Buna “apoptoz” adı verilir.
-İyot mide asidinin dengelenmesine katkı sağlar ve helikobakter pilori gibi bakterilerin çoğalmasının önüne geçer. İyot ayrıca SIBO tedavisinde de etkili bir tedavi ajanıdır. SIBO tedavisinde ciddi yan etkileri olan antibiyotikleri kullanmak yerine bilinçli bir tedavi protokolü doğrultusunda iyot tedavisini kullanmak hastalar açısından çok yönlü kazanç sağlar.
-İyot güçlü bir detoks ajanıdır. Flor, brom, kurşun, aluminyum, civa, kadmiyum, arsenik gibi toksik maddelerin vücuttan atılmasını sağladığı gösterilmiştir (15). Toksik ağır metallerin immün sistem ve kronik enflamasyon üzerinde olumsuz etkileri bulunmaktadır.

İyot dendiğinde akla öncelikle tiroid organı gelir. İstatistikler iyot eksikliğinde guatr, otoimmün tiroid hastalıkları, tiroid nodülleri ve tiroid kanseri gibi hastalıkların arttığını göstermektedir. Son 30 sene içerisinde tüketilen iyot miktarının yarı yarıya azalması dikkat çekicidir (16). İyot kaynağı olarak genellikle iyotlu tuzun yeterli olduğuna dair yaygın bir inanış olmakla birlikte bu inanışın pek de doğru olmadığını söylemek isterim. Çünkü rafine tuzun içindeki klorür, iyot emilimini olumsuz yönde etkiler ve bu sebeple iyotlu tuzun içindeki iyotun yalnızca % 10’luk bir kısmı bağırsaklardan emilebilir.
İyot emilimini olumsuz yönde etkileyen sebeplerden bir diğeri de östrojen hormonudur. Östrojen yüksekliği bağırsaklardan iyot emilimini azaltır. Östrojen dengesini sağlamakta ise iyodun önemli bir rolü bulunmaktadır. İyot ile östrojen arasındaki bu ilişki bir kısır döngü içinde birbirini etkilemektedir. İyot eksikliği östrojenin baskın hale gelmesine, östrojen yüksekliği de iyot emiliminin olumsuz etkilenmesine yol açar. Kadınlarda iyot eksikliğinin erkeklere göre daha fazla görülmesinin altındaki en önemli sebeplerinden bir tanesi de östrojen baskınlığıdır. Uzun süre östrojen içeren hormon ilaçları kullanan kadınlarda tiroid ve meme hastalıklarının görülme oranında artış olmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi de budur. Östrojeni yalnızca hormon ilaçlarından aldığınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Günlük hayatta kullanılan birçok plastik malzemeden, pet su şişelerinden, tarım ilaçlarından, hormon kullanılan hayvanların et ve sütlerinden de östrojen benzeri maddeler (xenoestrogens) vücuda girebilmektedir.

İyot alımının düşmesi ve iyotla yarışarak reseptörleri bloke eden brom, flor ve klor gibi elementlerin tüketiminin artması sonucunda günümüzde iyot eksikliği bulguları yaygın olarak görülmektedir (17). Brom, flor, klor ve perklorat gibi toksik halojenler iyotla yarışarak onun yerine geçer ve iyot reseptörlerini işgal ederek iyodu etkisiz hale getirir. Sıraladığım bu toksik maddelerin vücuttan temizlenmeleri çok kolay değildir. Düşük miktarlarda alınsa bile birikim yaparak zaman içinde sağlık sorunu yaratabilmektedirler. Amerika’da 1980 yılından itibaren ekmek üretiminde hamur katkısı olarak brom yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bromun iyotla yarışarak dokulara giren ve bu dokulara iyodun girmesini engelleyen bir element olduğunu yukarıda da vurgulamıştım (18). Gündelik hayatta kullanılan birçok madde brom içerebilmektedir. Her gün defalarca temas edilen yazar kasa fişleri (termal kağıt) en önemli brom bulaşma kaynağıdır. Bunun dışında saç boyaları, perma ilaçları, birçok kozmetik ürün, plastik malzemeler, tekstil boyaları, zirai ilaçlar, havuz dezenfektanları brom içerebilmektedir. Bromla benzer şekilde toksik etki yaratan bir diğer madde olan flor ise en çok diş macunları yolu ile vücuda girmektedir. Yine toksik bir halojen olan klor ise sıklıkla havuz ve içme sularından alınmaktadır. Ayrıca bir klor bileşiği olan "perklorat" maddesi deri tabaklama işleminde yaygın olarak kullanılmakta olup deriden imal edilen her türlü üründe bu maddenin kalıntıları bulunabilmektedir. Toksik halojenlerin vücuttaki etkileri hakkında daha ayrıntılı bilgiyi "Tiroid Yetmezliğinizin Sebebi Yüzme Havuzlarındaki Kimyasallar Olabilir" başlıklı yazımızda bulabilirsiniz. Yazının linki bu makalenin sonundadır.
Kliniğimizde haşimato hastalığı, Basedow Graves ve diğer birçok otoimmün hastalıkta, guatrda, hipotiroidide, tiroidin soğuk nodüllerinde, meme fibrokistlerinde, over kistlerinde, fibromiyaljide, Lyme hastalığında ve ayrıca brom, flor, klor ve diğer ağır metallerin detoksifikasyonu için iyot tedavisi protokolünü başarıyla kullanmaktayız. Bu hastalarda yapılan tetkikler sonucunda iyot eksikliğinin somut olarak saptanmış olması önemli bir gerekliliktir. Uyguladığımız tedavi protokolünde iyotla birlikte selenyum, magnezyum, C vitamini ve kaya tuzunu belli bir şema doğrultusunda kullanıyoruz. Bu tedavide ilaçların zamanlaması, dozlarının belirlenmesi ve ortaya çıkabilecek detoks bulgularına yönelik düzenlemelerin zamanında yapılması çok önemlidir. Özellikle vurgulamak isterim ki; İyodun bilinçsizce kullanılması istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Antikorları çok yüksek olan haşimato hastalarının el yordamı ile iyot kullanmaları doğru değildir. Eğer iyot eksikliğiyle haşimato bir arada ise bu hastalarda öncelikle kronik enflamasyon yaratan faktörlerin ortadan kaldırılması ve antikorların düşme eğilimine girmesi gerekir. Bu tedavinin konu hakkında bilgisi ve tecrübesi olan ve holistik bakış açısına sahip bir hekim tarafından yönetilmesinin gerekli olduğunu özellikle belirtmek isterim.

Vitamin D: Tüm Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de D vitamini yetersizliği yaygın olarak görülmektedir. Eskiden D vitamininin sadece kemikleri güçlendiren bir vitamin olduğu sanılırdı. Son yapılan bilimsel çalışmalar D vitamininin bağışıklık sistemini aktive etme ve güçlendirme konusunda önemli bir rol oynadığına işaret etmektedir. Tiroid hastalarında da D vitamini eksikliğini sıklıkla görmekteyiz. D vitamininin bir hormon gibi etki gösterdiğini ve immün sistemi regüle edici bir rol oynadığını iyi biliyoruz. Vücudumuz D vitamininin az bir kısmını gıdalardan sağlarken, ihtiyacımız olan D vitamininin %90'ı güneş ışınlarının etkisi ile cildimizde sentez edilir ve yağ dokusunda depolanır. Güneşin yeryüzüne dik geldiği öğle saatleri D vitamini sentezinin gerçekleştiği saatlerdir. Güneşlenirken güneş koruyucu krem ve losyonların kullanılması D vitamin sentezini engeller. Güneş gören cilt bölgelerinin en az 2 saat sabun ve sıcak su ile yıkanmaması önerilir. Aksi takdirde sentezlenen D vitamini henüz ciltten emilmeden su ve sabun ile uzaklaştırılır. Kış aylarında kapalı yerlerde zaman geçirilip, iklim şartlarından dolayı gün ışığından yeteri kadar faydalanılamadığı için D vitamini depoları hızla tüketilir.
Takibim altında olan hastalarımda kan D vitamini seviyelerine baktırdığımda hayretle görüyorum ki toplumumuzda genci-yaşlısı, güneş göreni-görmeyeni birçok kişide D vitamini seviyeleri “ileri derecede” eksik olarak bulunmaktadır. D vitamini depo edilen bir vitamin olduğu için kan seviyesi tayini yapılmadan takviye yapılması doğru değildir. Multivitamin haplarının içindeki çok düşük miktarlı D vitamini vücudun eksikliğini tamamlamaz. Eğer eksiklik varsa 300.000 ünitelik oral ampuller kullanılarak bu açık kapatılabilir. Bu takviyenin bir hekim kontrolünde olması önemlidir. Çünkü D vitamini takviyesiyle birlikte K2 vitamini ve magnezyum desteğinin de yapılması gerekebilir. K2 vitamin eksikliği varsa ve bu düzeltilmeden D vitamini takviyesi yapılırsa bu durumunda istenmeyen bölgelerde (eklem içinde ve damar duvarında) kalsiyum birikmesi gibi zararlı etkiler ortaya çıkabilir. Bağırsak florasının düzenlenmesi de doğal yolla K2 vitamini sentezi için gereklidir.

B vitaminleri: B vitaminlerinin, özellikle de B12 ve folat’ın bağışıklık sisteminin sağlıklı çalışması, metilasyon ve enerji metabolizması için çok önemli olduğunu biliyoruz (19). B12 ve folat vücuttaki her hücre için çok önemli bir biyokimyasal işlem olan metilasyonda kilit rol oynayan önemli vitaminlerdir. Metilasyonun bozulması demek karaciğerin detoks görevinin aksaması, vücutta kronik toksin birikimi, kronik enflamasyon, bazı önemli vücut kimyasallarının (mediyatörler) yapılamaması ve kötü genlerin ekspresyonu demektir. Yalnız burada şunu da özellikle belirtmek istiyorum: Kanda ölçülen B12 vitamininin normal bulunması B12 eksikliği yaşanmadığının kesin bir göstergesi değildir. Vücudun kullanabilmesi için B12 vitamininin aktif forma dönüştürülmesi gerekmektedir. Metabolizma işlemleri sırasında kullanılan aktif B12 formu metil kobalamindir. B12'nin değişik kimyasal formları vardır. Bunlar siyanokobalamin, hidroksikobalamin, metilkobalamin ve adenozilkobalamindir. Bu farklı kimyasal formların hepsinin ismi B12 olsa bile vücudun bu vitaminleri kullanılabilir hale getirmesi için gereken biyokimyasal süreç her bir form için farklıdır. Normalde aktif olmayan form, hücre içinde metilasyon işleminden geçerek aktif hale gelir ve daha sonra vücuttaki görevlerini yerine getirir. B12’nin metillenmesini bozan bir sebep olması durumunda (örneğin MTHFR gen polimorfizmleri/SNP) hastalarda B12 kan seviyesi normal düzeylerde olsa bile bu hastalar B12 eksikliği bulguları yaşarlar. B12 eksikliğini tamamlamak için reçete edilen sentetik B12 formu çoğunlukla siyanokobalamindir (Dodex ampul). Metilasyon sorunu olan hastalarda siyanokobalamin formu kullanılmamalıdır. B12 eksikliğinde ağızdan B12 takviyesinin yapılmasının da bir faydası yoktur, çünkü sorun vitamin alımındaki eksiklik olmayıp, emilim sorunudur. Eğer ağız yoluyla kullanılmak isteniyorsa dilaltı formları tercih edilmelidir. Kan B12 ve/veya folat seviyeleri normal olmasına rağmen yine de eksiklik belirtileri yaşayanlarda metilasyon sorunu olabileceği mutlaka akla getirilmeli ve MTHFR gen mutasyonuna yönelik genetik testler yapılmalıdır.

Kimlerin B12 eksikliği riski yüksektir?
- Vegan ve vejeteryanlar
- 50 yaşın üzerindeki insanlar
- Ülser ilaçları ve asit düşürücü ilaç kullananlar
- Şeker hastalığı için Metformin adlı ilacı kullananlar (Glucophage, Glifor, Glukofen, Matofin, Diaformin, Gluforce, Gluformin)
- Helikobakter pilori enfeksiyonu olanlar
- Obezite cerrahisi ameliyatı geçirmiş olanlar
- Hazımsızlık, mide ekşimesi ve yanması, reflü şikayeti olanlar
- Damar sertliği, yüksek tansiyon, kalp damar hastalığı beyin damar hastalığı olanlar

4- Detoks: Kronik toksin birikimi kronik enflamasyon yaratan en önemli sebeplerden bir tanesidir. Hava kirliliği, sudaki toksinler, zirai ilaçlar, plastik eşyalardaki toksik bileşikler, toksik temizlik ürünleri ve antibakteriyel kimyasallar, şampuanlar, kozmetikler (20),(21), parfüm ve deodorantlar, saç boyaları, bazı aşılardaki katkılar (22), ağır metaller (23),(24),(25), dişlerdeki amalgam dolgular (26), elektromanyetik kirlilik, yüksek gerilim hatları, cep telefonu baz istasyonları, wi-fi bağlantılar gibi birçok sebep kronik toksisite ve kronik enflamasyona sebep olarak otoimmün reaksiyonu başlatabilmektedir. Kronik enflamasyona yönelik alınması gereken tedbirlerin en başında vücudu bu toksin yükünden korumak ve kurtarmak olmalıdır. Buna yönelik alınması gereken tedbirler konusunda hastalar bilgilendirilip eğitilmelidir. Kronik toksisitede detoks ve şelasyon yöntemleri hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için bu konuyla ilgili daha önce yazdığımız makaleyi de okumanızı öneririm. Yazının linki makalenin sonunda yer almaktadır.

5- Kronik bakteriyel ve viral enfeksiyonların tedavisine yönelik önlemler: Başta kandida, toksik mantarlar ve küfler olmak üzere bakteriler, virüsler ve parazitlerin ve bunları içeren su, gıda ve ortamların otoimmün hastalıklarla ilişkisi gösterilmiştir. Aşağıda sıralayacağım enfeksiyon ajanlarının haşimato hastalığına yol açabileceğine dair yayınlar vardır.
- Bakteriler: Helikobakter pilori, Yersinia enterokolitika (27),(28), Borelia Burgdorferi (Lyme hastalığı).
- Virusler: Epstein barr (EBV19) (29), Hepatit B ve C virüsleri, Human T-Lenfotropik virüs (HTLV), HIV, Herpes simpleks (uçuk virüsü), Parvovirüs ve Kızamıkçık virüslerinin de otoimmün tiroid hastalıklarının ortaya çıkmasını tetikleyebileceği ifade edilmektedir (30)

6- Stres: Hem akut, hem de kronik stresin bağışıklık sistemi hücreleri üzerinde doğrudan etki yaratarak otoimmün hastalıklara yol açabileceği gösterilmiştir (31) (32). Stres otoimmüniteyi aşağıda sıraladığımız mekanizmalar üzerinden tetikler.
- Duygusal ve bedensel stres kortizol ve adrenalin isimli stres hormonlarının yükselmesine sebep olur. Bu iki hormon bağışıklıkla ilgili olan T-hücrelerinin etkisini baskılar.
- Uzun süreli kronik stres böbreküstü bezinin işlevinde yavaşlamaya yol açarak (adrenal fatigue) enflamasyonu tetikler (HPA aksının bozulması)
- Kronik stres hücrelerdeki metilasyon işlemini olumsuz etkiler. Metilasyonun her hücrede gerçekleşen hayati bir biyokimyasal işlem olduğunu B12 vitamininden bahsederken vurgulamıştım. Vücudun detoks kapasitesinden, mediyatör dengesine ve genlerin aktivitesine kadar birçok hayati olay metilasyon işlemiyle yakından ilgilidir. (33)
- Kronik stres sirkadiyen ritmi (biyolojik saati) bozarak vücut sistemlerinin çalışmasına birçok yönden olumsuz etkide bulunur.
Bağışıklık sisteminin dengelenmesi ve kronik enflamasyonun azaltılması için kronik stresin azaltılması büyük bir önem arz etmektedir. Kliniğimizde stresi rahatlatmak ve ayrıca uyku düzenini sağlayarak biyolojik saati dengelemek amacıyla destek unsuru olarak akupunktur tedavisini başarıyla uygulamaktayız. Ayrıca stres yönetimi için meditasyon, nefes terapisi ve biyofeedback uygulamaları da tedavide destek unsuru olarak kullanılabilmektedir.

7- C vitamini: C vitamini suda çözünen güçlü bir antioksidandır. Kronik enflamasyonun altındaki en önemli sebep “serbest radikal” adını verdiğimiz enerji metabolizmasının yan ürünlerinin vücutta birikmesidir (oksidatif stres). Oksidatif stres vücudu içten içe, sinsice paslandıran bir durumdur (oksitlenme). Vücudun hastalıklarla mücadelesi sırasında antioksidan sistemler yoğun olarak kullanılıp tüketildiği için vücudun hastalıklarla savaşma kabiliyeti zayıflar. Pek çok durumda mevcut iç antioksidan savunma sistemleri yeterli olamamaktadır. Dışardan verilen antioksidan dozdaki C vitamini ile vücudun açığı telafi edildiğinde kronik enflamatuvar hastalıkların tedavisinde önemli kazanımlar elde edildiğini görmekteyiz. Vücudun antioksidan sistemlerini destekleyici diğer unsurlarla birlikte damardan “antioksidan dozda C vitamini” uygulanması antioksidan kapasiteyi artırmakta ve kronik enflamatuvar hastalıklarla başa çıkma konusunda çok güçlü bir destek sağlamaktadır. C vitamini kollajen sentezini sağlayarak yaraların iyileşmesini destekler ve doku tamiratını hızlandırır. C vitamini ayrıca toksinlerin atılımı ve ağır metal detoksu (şelasyon-ağır metal temizliği) sırasında vücudu bu toksinlerin yarattığı oksidatif stres hasarından koruyan önemli bir unsurdur.

8- Düşük doz Naltrexone (LDN): Endorfinler hem bağışıklık sistemi üzerinde düzenleyici (modülatör) etkileri hem de ağrı kesici özellikleri olan ve kendinizi iyi hissetmenizi ve mutlu olmanızı sağlayan vücut kimyasallarındandır. Endorfinlerin enflamasyon yaratan sitokinleri azalttığını ve doku iyileşmesini de olumlu yönde etkilediğini biliyoruz. Bağışıklıkla ilgili hücrelerin tamamında endorfin reseptörlerinin (opioid reseptörü) bulunması immün sistemle endorfinler arasında kuvvetli bir etkileşim olduğunun göstergesi olarak kabul edilmektedir. Yapılan araştırmalarda otoimmün etyolojili bir hastalığı ya da diğer kronik hastalıkları olan kişilerin endorfin seviyelerinin sağlıklı insanlara kıyasla daha düşük olduğu saptanmıştır. Endorfin salgılanmasını azaltan kronik stres, anksiyete, depresyon, kronik yorgunluk, uykusuzluk, kronik alkol kullanımı vs. gibi birçok sebebin bağışıklık sistemini de olumsuz yönde etkilediğini ve hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırdığını iyi biliyoruz. Eğer otoimmün bir hastalığınız veya kronik ağrılı bir durumunuz varsa endorfin seviyenizi yükselten her türlü uygulama şikayetleriniz üzerinde olumlu etkide bulunacaktır.
" Haşimato tedavi edilebilen bir hastalıktır. "
Düşük dozlarda uygulanan “Naltrexone” un endorfin seviyesini yükselttiği, bu yolla da immün sistem üzerinde dengeleyici bir etki yaratarak enflamasyonun düzelmesine katkıda bulunduğu ve bu etkilerinden dolayı naltrekson’un otoimmün hastalıklar ve diğer kronik enflamatuvar etyolojili hastalıkların tedavisinde etkin bir şekilde kullanılabileceğini ifade eden değişik tıbbi kaynaklar mevcuttur. Yapılan laboratuvar analizlerinde çok düşük dozlarda naltrexone kullanımını takip eden 20 saatlik süre içinde endorfinlerin % 200-300 gibi büyük oranlarda bir artış gösterdiği saptanmıştır. Vücuttaki bu endorfin artışının immün sistemi dengeleyip, düzenlediğini ve bu etkisinden dolayı da “düşük doz naltrexone-(LDN)” tedavisinin otoimmün hastalıklar da dahil olmak üzere bütün kronik enflamatuvar etyolojili hastalıkların tedavisinde etkili bir tedavi ajanı olarak kullanılabileceği ifade edilmektedir. Kliniğimizde tedavi ve takibini yaptığımız hastalarımızdan edindiğimiz tecrübeler doğrultusunda seçilmiş uygun vakalarda düşük doz naltrexone’un haşimato tedavisinde olumlu etkilerinin olduğunu söyleyebiliriz.

9- Ozon: Ozon tedavisinin bağışıklık sistemi üzerinde dengeleyici etkisinin olduğunu, ayrıca antioksidan sistemi güçlendirerek kronik enflamasyonun azaltılması üzerinde de olumlu etkilerinin olduğunu biliyoruz. Haşimato’nun yanı sıra diğer tüm kronik enflamatuvar etyolojili hastalıkların tedavisinde seçilmiş uygun vakalarda ozon tedavisini başarıyla kullanıyor ve yüz güldürücü sonuçlar alıyoruz.
10- Egzersiz: Bilinçli ve düzenli yapılan egzersizin sağlık üzerinde birçok yönden olumlu etkilerinin olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki egzersizin tek etkisinin kalori harcatmak olduğu ve yalnızca kilo vermek için yapılması gerektiği konusunda yanlış bir inanış vardır.
-Egzersiz hormon dengesini sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesidir. Bilinçli yapılan egzersiz sonrasında vücutta birçok hormonun kan seviyesi değişikliğe uğrar. Örneğin hücrelerin yenilenip tazelenmesine ve gençleşmesine yardımcı olan en önemli anti-aging hormonlarımızdan bir tanesi olan growth hormonun (büyüme hormonu) seviyesinde artış olur.
-Yine hem erkekler hem de kadınlar için önemli bir diğer hormon olan testosteronun da egzersiz sonrasında artış gösterdiğini biliyoruz.
-Metabolizmayı bozan, kronik enflamasyon yaratan ve hızlı yaşlanmaya yol açan en önemli sebeplerden bir tanesi de insülin direncidir. Düzenli egzersizin insülin direncini düzelterek kronik enflamasyonun ortadan kalkmasına katkıda bulunduğu gösterilmiştir.
-Egzersizin olumlu etkilediği bir başka hormon da stres hormonu olan kortizoldür. Vücutta tüm hormonların seviyesi birbiriyle yakından ilişkilidir. İnsülin yüksekliği stres hormonlarını yükseltir. Ayrıca yüksek insülin enflamasyon yaratarak tiroid hormonlarından T3’ün reverse T3’e dönüşümünü artırır ve hücresel seviyede hipotiroidi tablosuna yol açabilir.
-Egzersizin hormon sistemi üzerine olan etkileri dışında bir başka faydası ise dolaşımı hızlandırması, lenfatik dolaşımı düzenlemesi ve hücreler arası mesafedeki pH’ı dengelemesidir. Doku asidozunun düzelmesi kronik enflamasyonu olumlu yönde etkiler.
-Düzenli egzersiz endorfin, enkefalin ve dynorfin adı verilen vücut kimyasallarının salınımını da artırır. Endorfinlerin bağışıklık sistemi üzerinde düzenleyici etkilerinin olduğunu naltrexone’la ilgili yazdıklarımdan da biliyorsunuz. Enkefalin ve dynorfin’in ayrıca ağrı kesici özellikleri vardır.

Haşimato hastalığının altında pek çok farklı sebebin olabileceğini yazımızı okuduktan sonra artık öğrenmiş olmalısınız. Her haşimato hastasının kendi kişisel özelliklerine göre farklılıkları vardır. Bu sebeple haşimato hastalarının tedavisinde neden herkese uyacak standart bir tedavi protokolünün olmadığını artık kendiniz de değerlendiriyor olmalısınız. Haşimatonun kalıcı tedavisi yalnızca sentetik tiroid hormonu (Euthyrox veya Levotiron) kullanarak yapılamaz. Hormon ilaçları hastalığın altındaki sebebi düzeltmez, yalnızca eksik olan hormonu yerine koyar. Laboratuvar testlerinde T3, T4 ve TSH hormonlarınızın normal sınırlarda bulunması hastalığınızın tedavi olduğu anlamına gelmez. Eğer antikorlarınız yüksekse bağışıklık sistemi hala dokularınıza zarar veriyor ve tiroid parankim hücrelerinizdeki tahribat artarak devam ediyor demektir. Eğer gerekli önlemler alınmazsa bir müddet sonra daha fazla tiroid hormonu almaya ihtiyacınız olacaktır. Ayrıca otoimmün reaksiyon devam ettiği için bir süre sonra başka bir otoimmün hastalığın da tabloya eklenmesi kaçınılmazdır. Düzenli tedavi görmeyen haşimato hastalarının bir kısmında vitiligo, psöriazis vs. gibi ikinci bir otoimmün hastalığın da tabloya eklendiğini görüyoruz. Gerçek bir tedavi bağışıklık sistemini bozan sebepleri ortadan kaldırarak yapılabilir. Haşimato hastalığı bilinçli bir tedavi yaklaşımı, hastanın tedaviye tam uyumu ve biraz da sabırla tedavi edilebilen bir hastalıktır.
Sağlıklı olmak sizin elinizde…Haydi geç olmadan başlayalım.
22.Şubat.2018
KONU İLE İLGİLİ ÖNERİLEN DİĞER YAZILARIMIZ İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKLERE TIKLAYINIZ:
1- Leaky Gut (Geçirgen Bağırsak Sendromu)
2- İyotun Ne Kadar Önemli Olduğunu Biliyor Musunuz?
3- Kronik Toksisitede Detoks ve Şelasyon Yöntemleri
4- Stresi ve Kortizol Salınımını Kontrol Altında Almanın Püf Noktaları Nelerdir?
5- C Vitaminin 9 Önemli Fonksiyonu…Kronik Enflamatuvar Hastalıkların Tedavisindeki Yeri
6- Düşük Doz Naltrexone Otoimmün Hastalıkların Tedavisinde Etkili Bir Seçenek Olabilir mi?
7- Bazı Hastalıklarınızın Gizli Sebebi Gen Mutasyonu Olabilir (MTHFR)
8- Tiroid Yetmezliğinizin Sebebi Yüzme Havuzlarındaki Kimyasallar Olabilir
9- Otoimmün Bir Hastalığı Düşündüren Şikayetler Nelerdir?
10- Botoks - Sizin İçin Sağlıklı Mı, Yoksa Estetik Mi Önemli?
11- Metilasyon Bozukluğu... Kronik Hastalıkların Biyokimyasal Nedeni
12- Graves Hastalığı
Yasal uyarı: Bu makale özgün bir yazı olup telif hakkı yazarlara aittir. Kopyalanarak başka mecralarda kullanılması durumunda hukuki yollara başvurulacaktır. Kopyalanmadan sayfamıza link verilebilir.