İKİNCİ BÖLÜM
Bu yazıyı okumadan önce “BİRİNCİ BÖLÜM”ü okumanızı öneririm.
3- Savunma ve onarım:
Savunma işlevi bağışıklık sistemi (immün sistem) tarafından yerine getirilir. Bağışıklık sistemi dıştan ve içten gelen zararlı unsurlara karşı vücudu savunan dinamik bir sistemdir. Zararlı unsurların yarattığı enflamasyon ortadan kalktıktan sonra doku tahribatının tamir edilmesine de bağışıklık sistemi yardımcı olur. Bağışıklık sistemi normal şartlarda vücudun hücrelerini tanır ve onlara saldırmaz (immün tolerans). Hücrelerin kendisini immün sisteme tanıtması için her hücrenin bir işareti vardır. Bunu bir “etikete” benzetebiliriz. Bir hücre yaşlandığında, hastalandığında ya da canlılığını kaybettiğinde hücre etiketi değişime uğrar. Etiketi değişen bu hücreler artık vücut için yabancıdır ve bağışıklık sistemi bu hücreleri yok etmek üzere harekete geçer. Fonksiyonunu yitiren hücreler bağışıklık sistemi tarafından temizlendikten sonra yeni hücrelerin yapımı ve onarımında da yine bağışıklık sistemi yardımcı olur. Bağışıklık sisteminin kontrolden çıkması sonucunda kronik enflamasyon alevlenir ve bu durum birçok kronik hastalığın ortaya çıkmasına yol açar. Otoimmün hastalıklar adını verdiğimiz 80’den farklı hastalık ve kanser de kronik enflamatuvar etyolojili olan bu hastalıklar arasında yer almaktadır. Otoimmün hastalıklar hakkında daha detaylı bilgi edinmek için “Otoimmün Bir Hastalığı Düşündüren Şikayetler Nelerdir?” başlıklı yazımı okumanızı öneririm. Yazının linki makalenin sonunda yer almaktadır.

4- Yapısal bütünlük:
Yapısal bütünlük demek vücudu meydana getiren hücrelerin, dokuların ve organların yapılarının sağlam ve sağlıklı olması demektir. Vücuttaki herhangi bir doku “parankim” ve “bağ dokusu/stroma” olmak üzere iki ana bölümden oluşur. Parankim dokusu organın asıl fonksiyonlarını yürüten hücrelerdir. Mesela tiroid organını ele alalım. Tiroid hormonunu tiroidin parankim hücreleri salgılar. Bağ dokusu (stroma) ise parankim hücrelerinin destek dokusudur. Bağ dokusu, adından da anlaşılacağı üzere parankim hücrelerini bir arada tutup onları birbiri ile bağlayan, besleyen, atıklarını temizleyen, savunmasını ve tamiratını yapan ve hücrelerin kendi aralarındaki iletişimi/haberleşmesini sağlayan dokudur. Arterlerden, venlerden ve lenfatik sistemden oluşan dolaşım sistemi de bağ dokusunun bir parçasıdır. Kan ise bağ dokusunun akışkan halidir. Vücudun savunma fonksiyonunu yürüten bağışıklık sistemi hücreleri de bağ dokusunun bir parçasıdır. Bağ dokusu yalnızca aynı organın hücrelerinin birbiri ile iletişimini değil farklı organların hücreleri arasındaki iletişimi de sağlar. Farklı organların parankim hücrelerinin yapısı birbirinden farklı iken tüm organların bağ dokusunun yapısı aynıdır. Tüm organların ve dokuların yapısında yer alan bağ dokusu birbiri ile ilişkili, yekpare bir yapıdır. Bağ dokusu vücuttaki tüm hücreleri sarıp sarmalayan, birleştiren, besleyen, koruyan ve onaran yekpare bir dokudur. Bu sebeple vücudun tüm fonksiyonları açısından bağ dokusunun çok büyük bir önemi vardır. Kalçadan enjekte edilen bir ilacın çok kısa bir süre içinde tüm vücuda dağılarak etkisini göstermesinin sebebi bağ dokusunun tüm vücudu saran yekpare ve yaygın bir doku olmasındandır.

Yapısal bütünlüğün bozulması ilk önce bağ dokudan başlar. Başka bir deyişle kronik hastalıklar önce bağ dokusunun fonksiyonundaki bozulmayla başlar. Bu aşamada henüz hücre fonksiyonlarında aşikar bir bozulma olmadığı için yapılan tetkiklerde herhangi bir bulgu saptayabilmek mümkün olmaz. Bağ dokusundaki bozulmanın uzaması durumunda bir süre sonra bu olumsuz gidişten parankim hücreleri de etkilenmeye ve artık bu aşamadan sonra da hastalıkların aşikar bulguları ortaya çıkmaya başlar. Mesela bu durumu Hashimoto tiroiditi üzerinden örnekleyelim. Tiroidin parankim hücrelerinin hasar görmesi tiroid hormonlarının seviyesindeki değişiklikle (hipotiroidi) kendisini gösterir. Halbuki aşikar hipotiroidi olmadan önce tiroidin bağ dokusunda kronik enflamasyon başlamıştır ancak bu aşamada henüz hormonlarda ve antikorlarda bir bozukluk ortaya çıkmamıştır.
Damar sertliği diye bilinen hastalığın kalp krizi ve felçlere yol açtığı herkes tarafından iyi bilinmektedir. Bu hastalıklar damar sertliğinin aşikar hale gelmesiyle ortaya çıkar. Aslında aşikar bir hastalık ortaya çıkmadan çok önce damar yapısında bozulmalar başlamaktadır. Genç yaşlardan itibaren başlayan damar yapısındaki (özellikle kılcal damarlar) bozulmalar önce bağ dokusunda bozulmaya yol açmaktadır. “Hücreler arası mesafe” bağ dokusunun bir parçasıdır. Bu yapının pH’ının fizyolojik sınırlar içinde sabit tutulması parankim hücrelerinin sağlıklı fonksiyon görmesi için çok önemlidir. Hücreler arası mesafenin pH’ının normal sınırlarda tutulması hücrelerin sağlıklı olması için önemli bir gerekliliktir. Buraya oksijenin, elzem besin unsurlarının, hormonların, bağışıklık hücrelerinin getirilmesi ve toksik atıkların uzaklaştırılması için ise dolaşım sisteminin sağlıklı olması gerekmektedir. Dolaşım sistemi düzgün çalışıyorsa hücreler arası mesafenin pH’ı ve fizyolojik ortamı da sağlıklıdır. Yeterince fiziksel aktivite yapılması da dolaşımı hareketlendirerek vücudun en uç noktasındaki bağ dokusunun ortamını normalleştirmeye katkıda bulunur. Bilinçli egzersizin neden vücut sağlığı için çok önemli olduğunu size anlattığım bu mekanizmayı öğrendikten sonra sanırım şimdi daha iyi yorumluyor olmalısınız.

Size yukarıda verdiğim bilgileri tam olarak anlayamamış olabilirsiniz. Şimdi bu anlattıklarımı bir benzetme yaparak yeniden kısaca özetlemeye çalışacağım. Gözünüzün önüne bir ayçiçeği bitkisi getirin. Bu bitkinin karaciğerimiz olduğunu varsayalım. Bitkinin bir “koçanı”, bir de çerez olarak yenen “ayçekirdeği” kısmının olduğunu biliyorsunuz. Çekirdekleri karaciğerin parankim hücreleri, koçan kısmını da bağ dokusu (stroma) gibi düşünelim. Koçan kısmı olmasa parankimin, yani ayçekirdeklerinin gelişebilmesi mümkün değildir. Ayçekirdeklerinin gelişebilmesi için koçanın (bağ dokusu) sağlıklı olması gereklidir. Sağlıklı bir koçan ayçekirdeğinin beslenmesi ve büyümesi için gerekli olan tüm ihtiyaçları karşılar. Eğer koçanın bütünlüğü veya yapısı bozulursa bir süre sonra ayçekirdeklerinin (parankim hücreleri) yapısının da bozulması kaçınılmazdır.

Şimdi de bir mısırı gözünüzün önüne getirin. Bunun da pankreasınız olduğunu düşünün. Mısır tanelerini pankreasın hormonlarını salgılayan parankim hücreleri gibi kabul ederseniz, mısırın koçanı da bağ dokusu işlevindedir. Ayçiçeği ve mısırı iki farklı organımıza benzettik. İki farklı organın parankim hücreleri (ayçekirdekleri ve mısır taneleri) farklı yapıda olsalar bile bunların koçanları aynı işlevi görmeleri sebebiyle fonksiyonel olarak aynı yapıdadırlar. Mısırın koçanında olan bir bozukluk da bir süre sonra mısır tanelerinin hastalanmasıyla sonuçlanacaktır. Tüm kronik hastalıklar önce bağ dokusundan başlar. Bağ dokusu ve hücreler arası sıvının kalitesini bozan doku asidozu, toksik birikimler, hipoksi, elzem besin unsurlarının eksiliği, mikrosirkülasyonun bozulması vs gibi sebepler eğer kronik olarak devam ederse bir süre sonra parankim hücrelerinin de fonksiyonları bozulmaya başlar.
Bağ dokusu ve hücreler arası sıvının biyolojik dengesinin (homeostazis) bozulması hücreler arası ortamda ve hücre içinde doku asidozunun ortaya çıkmasına sebep olur dedik. Peki doku asidozu ne demek? Doku asidozunu daha iyi anlayabilmeniz için bunu size bir benzetmeyle anlatmaya çalışalım.

Gözünüzün önüne çok büyük bir akvaryum getirin. Bu akvaryumun içi tıka basa balıklarla dolu olsun. Her balığı bir hücre olarak düşünün. Akvaryumun içindeki su ise hücreler arası sıvı olsun. Her hücre (balıklar) ihtiyacı olan oksijen ve besin unsurlarını bu sudan alır ve atıklarını da yine bu suya bırakır. Akvaryumdaki suyun sürekli temizlenmesi, oksijenlenmesi ve arıtılması gerekir. Eğer su düzenli olarak temizlenmezse bir süre sonra biyokimyasal yapısı değişir, toksik maddeler artar, oksijen azalır ve pH bozulur (asidoz). Akvaryumdaki suyun kalitesi bozulduğunda önce balıklar hasta olur, daha sonra da birer ikişer ölmeye başlarlar. Vücutta bunun karşılığı doku hipoksisi ve doku asidozudur. Bunun sonucu ise hücre yapısının ve fonksiyonunun bozulması yani kronik enflamasyon demektir.
Tekrar vurgulayalım; Yapısal bütünlüğün bozulması ilk önce bağ dokudan başlar. Yani kronik hastalıklar önce bağ dokusunun fonksiyonundaki bozulmayla başlar. Bu aşamada henüz hücre fonksiyonlarında aşikar bir bozulma olmadığı için yapılan tetkiklerde herhangi bir bulgu saptayabilmek mümkün olmaz. Bağ dokusundaki bozulmanın uzaması durumunda bir süre sonra bu olumsuz gidişten parankim hücreleri de etkilenmeye ve artık bu aşamadan sonra da hastalıkların aşikar bulguları ortaya çıkmaya başlar.
Bu örneklerden sonra bağ dokusunun dokular ve organlar açısından önemini yeterince anladığınızı sanıyorum. Önceki paragraflarda verdiğim ayçiçeği ve mısır örneklerinden sonra 4. maddedeki “yapısal bütünlük” bölümünü bir daha okumanız konunun tam anlaşılması için iyi olacaktır.
Yukarıda örneklerle anlatmaya çalıştığımız bu karmaşık ve teknik konuyu aslında bir cümleyle özetleyebilmek mümkündür. Tüm kronik hastalıklar önce bağ dokusundan başlar, sonra hücre fonksiyonundaki bozulma ile devam eder. Başarılı bir tedavi için ise bağ dokusunun bozulan fonksiyonunun yeniden düzenlenmesi mutlak bir gerekliliktir.

5- İletişim:
Hücreler arası iletişim hormonlar, mediyatörler ve sinir sisteminin kombine bir şekilde çalışması sayesinde yürütülür. Bu sistemin içinde tiroid hormonları, cinsiyet hormonları, böbrek üstü bezi hormonları gibi önemli hormonlar da yer almaktadır. Bu kombine sisteme “nöro-endokrin sistem” adını veriyoruz. Hormonların hücre zarında veya hücre çekirdeğinde reseptörleri vardır. Bu reseptörlere bağlanan hormonlar hücrelere özel mesajlarını iletirler. Mesela insülin hormonu hücre reseptörüne bağlandığında hücrelere verdiği mesajlardan bir tanesi “glikozu hücre içine al” mesajıdır. Hormonlar uzak mesafeler arasında ve daha geniş bir alan içinde iletişimi sağlarken komşu hücrelerin birbiri ile iletişimini “sitokin” adı verilen vücut kimyasalları yerine getirirler. Nöroendokrin sistemin aynı zamanda bağışıklık sistemi ile de güçlü bir etkileşimi vardır. Nöroendokrin sistem ile bağışıklık sisteminin oluşturduğu bu kombine bağlantıya “nöro-immünolojik sistem” adı verilmektedir. Bağışıklık sistemi hücrelerinin arasındaki iletişim de yine mediyatörler (vücut kimyasalları) tarafından yürütülür. TNF-α, interlökinler, interferonlar, kemokinler, TGF-β vs. gibi mediyatörleri örnek olarak verebilirim.

Biyolojik dengenin (homeostazis) sağlanmasında çok önemli bir mekanizma olan hücreler arası iletişimin hormonlar, mediyatörler ve sinir sisteminin kombine bir şekilde çalışması sayesinde yürütüldüğünü yukarıda söylemiştim. Doğu tıbbı uygulamalarında “enerji” şeklinde başka bir iletişim yolunun daha olduğu kabul edilmektedir. Buna “yaşam enerjisi” (Chi=çi diye okunur) adı verilmektedir. Batı tıbbı hücreler arasında enerjetik bir iletişimin olduğunu henüz kabul etmese de bu kavramdan birkaç cümle ile bahsetmeden geçersem konunun eksik kalacağı düşüncesindeyim. Akupunktur, refleksoloji, tai chi vs. gibi uygulamaların ana unsuru olan Chi’nin vücutta dolaşan, hücreleri koruyan, ısıtan ve besleyen bir enerji olduğu kabul edilmektedir. Bu enerjinin azalması ve/veya vücuttaki dolaşımının bozulmasının da vücut fonksiyonlarını olumsuz yönde etkilediği düşünülmektedir. Binlerce yıllık geçmişi olan bu kadim bilgileri bir çırpıda yok farz etmenin doğru olmadığı kanaatindeyim. Güncel teknolojiyle henüz varlığı gösterilememiş olsa da yaşam enerjisinin varlığına dair olan bu kabulün tamamen dayanaktan yoksun olduğunu da söyleyebilmek mümkün değildir. Tüm canlılar çevreleriyle ve doğayla birlikte aynı ekosistem içinde yaşamaktadır. Ekosistemin içindeki tüm unsurların birbirleriyle kesintisiz bir etkileşim içinde olduğunu görmezden gelebilmek de mümkün değildir. Bedenimizin yerküre ile olan hayati iletişimini daha önce yazdığımız “İnsan bedeninin toprakla iletişimi-Grounding” başlıklı yazıda ele almıştık. Yazımızın linkini bu makalemizin sonunda bulabilirsiniz. Okumanızı öneririm.

6- Enerji:
Enerji yaşamın devamı için çok önemli bir unsurdur. Enerji denince akla ilk olarak mitokondri gelmelidir. Mitokondriler her hücrede bulunan enerji santralleridir. Sağlıklı bir enerji metabolizmasının sürdürülebilmesi vücudun bütün sistemleri için çok önemlidir. Hücrenin enerjisi ATP’dir. ATP’nin sentezlendiği yer ise mitokondridir. Enerji şeker, yağ ve proteinlerden sentezlenebilir. Mitokondrilerin bu besin unsurlarından enerji elde edebilmesi için “co-faktör” adı verilen vitamin ve minerallere de ihtiyaç duyulur. Toksinler, ağır metaller ve serbest radikal birikimiyle ortaya çıkan oksidatif stres mitokondrinin yapısını bozar ve enerji metabolizmasını yavaşlatır. Mitokondri fonksiyonlarını bozan bütün faktörler hücrenin enerji metabolizmasını da bozar ve bunun sonucunda hücre harabiyeti ortaya çıkar. Kronik dejeneratif hastalıklar adını verdiğimiz hastalıkların tümünde değişik derecelerde hücre harabiyeti vardır. Hücrelerin harap olmasının altında yatan sebeplerin en önemlilerinden bir tanesi de mitokondri fonksiyonlarının bozukluğudur. Karbonhidrat ağırlıklı beslenme serbest radikal birikimine yol açarak mitokondrilerin fonksiyonlarını bozmaktadır. Sağlıklı yağlardan zengin beslenmenin ise mitokondri fonksiyonları üzerinde olumlu etkilerinin olduğunu biliyoruz. Obezite, diyabet ve hatta kanser gibi kronik hastalıkların tamamında çeşitli derecelerde mitokondri disfonksiyonu olduğu belirtilmektedir. Bu yüzden kronik hastalıkların tedavisinde mitokondri fonksiyonlarının düzenlenmesine özel bir önem verilmelidir. Sağlıklı yağların mitokondri sağlığı açısından faydalı olduğunu yukarıda söylemiştim. Klinik tecrübelerime dayanarak ketojenik diyetin bütün kronik dejeneratif hastalıkların tedavisine büyük katkısının olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Halsizlik, yorgunluk, bitkinlik, kas ağrıları, beyin sisi (düşüncede bulanıklık), aşırı kilo artışı gibi spesifik olmayan birçok değişik bulgu enerji metabolizmasının sağlıklı yürütülemediğine işaret edebilir. Düzenli uyku, bilinçli egzersiz, stres yönetimi, sağlıklı beslenme gibi yaşamla ilgili düzenlemelerin yanı sıra vitamin C, vitamin E, vitamin D, Koenzim Q10, N-Asetil Sistein (NAC), glutatyon, alfa lipoik asit, metil folat, metil kobalamin, magnezyum, iyot vs. gibi unsurların ise mitokondrilerin fonksiyonu üzerinde olumlu etkilerinin bulunduğunu biliyoruz.

7- Transport (Taşıma):
Transport sistemi vücudun ihtiyacı olan besin öğeleri, hormonlar, enzimler vs. gibi elzem unsurların ihtiyaç duyulan bölgelere ulaştırılmasını sağlar. Hormonlar kan yoluyla taşınabildiği gibi (endokrin) yakın komşuluğu olan hücreler arasında doğrudan birbirine geçiş şeklinde de (parakrin) taşınabilir. Örneğin sindirim sistemi ve bağırsak hücreleri arasında parakrin iletim daha ön plandadır. Enerjinin hücreler arasındaki taşınabilir formu glikoz ve yağ asitleridir. Bunlar hücrelere kan yoluyla taşınırlar. Hücrelerin enerji santralleri olan mitokondrilerde glikoz ve yağ asitlerinden ATP elde edilir. Hücre içindeki enerji transferi ise ATP yoluyla olur. İmmün sistem hücrelerinin transportu ise kan ve lenf yoluyla olur.

Yukarıda maddeler halinde sıraladığım 7 biyolojik fonksiyonun dengesi dıştan ve içten gelen birçok faktörün etkisiyle değişebilir ya da bozulabilir. Şimdi de bu faktörlerden bazılarını ele alarak irdeleyelim.
- Kişisel özellikler: Kişilik yapısı, yaş, cinsiyet, aile ve iş ilişkileri vs.
- Genetik yatkınlık: Genetik polimorfizm ve mutasyonlar kişinin genel vücut sağlığını pek çok açıdan etkileyebilir. Örneğin MTHFR gen mutasyonu sonucunda karaciğerin detoks kapasitesinin azalması otoimmün ve psikiyatrik hastalıklara yatkınlığı artırabilmektedir. Genetik özelliklerimizin genel vücut sağlığı üzerine olan etkileri hakkında daha fazla bilgi edinmek için “Bazı Hastalıklarınızın Gizli Sebebi Gen Mutasyonu Olabilir” başlıklı yazımı okuyabilirsiniz. Yazının linki makalenin sonunda yer almaktadır.
- Kullanılan ilaçlar: Masum diye bildiğimiz birçok ilaç vücut sistemlerinin çalışması üzerinde olumsuz etkide bulunabilmektedir. Örneğin proton pompa inhibitörleri (PPI) olarak bilinen bazı mide ilaçları uzun süre kullanıldığında hem bağırsak sağlığını olumsuz etkileyerek hem de doğrudan diğer vücut fonksiyonlarını bozarak bir dizi başka hastalığın oluşmasına yol açabilmektedir.
- Bağırsak sağlığını bozan sebepler: Disbiyozis, leaky gut ve SIBO gibi bağırsak florasının bozukluğu ile kendisini gösteren klinik durumlar yalnızca sindirim sistemini değil tüm vücut sağlığını etkiler.
- Uyku düzensizlikleri: Düzenli bir uykunun genel vücut sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu daha önce bu konuyla ilgili yazmış olduğum yazıda ele almıştım. Uyku-uyanıklık döngüsü (sirkadiyen ritm) bozulanlarda bağışıklık sistemi ve hormonal sistemin de bozulduğunu iyi biliyoruz.

- Hareketsiz yaşantı: Vücut sistemlerinin birbiriyle uyumlu bir şekilde çalışabilmesi için her gün düzenli olarak fiziksel aktivitede bulunulması çok önemlidir. Dolaşımın düzenli olarak devam ettirilmesi, hormon sisteminin dengelenmesi, dokulardaki atıkların, toksinlerin temizlenmesi ve doku pH’ının dengelenmesi, uyku ritminin düzenlenmesi, metabolizmanın sağlıklı çalışması, kilo kontrolü vs. gibi birçok vücut işlevinin sağlıklı olarak devam ettirilebilmesi bedensel hareketlilikle çok yakından bağlantılıdır.
- Beslenme yanlışları: Gıdalar vücudun hem yapı taşıdır, hem de enerji için gereklidir. Eğer yapı taşı olarak kullanılan hammaddeler sağlıklı değilse hücrelerin de sağlıklı olması mümkün değildir. Tüketilen gıdalar içeriklerine göre doğrudan hormonal sisteme de etkide bulunurlar. Basit karbonhidrat ve yüksek miktarda şekere dayalı beslenme alışkanlığı olan insanlarda insülin ve leptin hormonlarının dengesi bozulur ve uzun vadede tüm endokrin sistem bundan olumsuz etkilenir. Yine bu beslenme tarzı bağırsak florasını bozarak diğer bir sistem üzerinden de farklı olumsuzluklara yol açabilir. Hücrelerin arasındaki iletişimi hormonların sağladığını yukarıda söylemiştim. Endokrin sistemin bozulması demek hücrelerin arasındaki bağlantının kopması anlamına gelmektedir. Hücrelerin birbiriyle iletişim sağlayamaması ise sonuçları çok vahim olan bir karmaşaya yol açar. Bu iletişim kopukluğundan bağışıklık sistemi de nasibini alır ve kronik enflamatuvar ve otoimmün etyolojili hastalıklardan kansere kadar birçok hastalığın kapısı da bu şekilde aralanmış olur.

- Kronik toksin birikimi: Vücuda gıdalar, hava, su, kozmetikler, aşılar, dişlerdeki amalgam dolgular vs. gibi birçok yolla giren toksinler ve ağır metaller hücresel seviyede olumsuz etkilerde bulunabilir. Toksik kimyasallar öncelikle yağdan zengin olan beyin, endokrin organlar gibi önemli organlarda birikir. Hücrelerin enerji santrali olan mitokondriler bu toksinlerden en fazla etkilenen yapıların başında gelir. Mitokondri fonksiyonunun bozulması hücrenin enerjisiz kalması anlamına gelir. Enerji hücre sağlığı ve canlılığın devamı için olmazsa olmaz bir unsurdur.
" Kronik hastalıkların altındaki asıl sebepler nelerdir? "
- Stres ve psiko-emosyonel etkenler: Kronik stres homeostazis dediğimiz vücut ahengini ve biyolojik dengeyi bozan en önemli sebeplerden bir tanesidir. Kronik stres endokrin sistem ve otonom sinir sistemi üzerinde de çok güçlü bir etki yaratır. Kafatası tabanında, beynin hemen altında yerleşmiş olan hipotalamus bütün hormonal sistemin kumanda merkezidir. Hipotalamus salgıladığı hormonlarla (releasing hormon) yine beyin tabanında yer alan hipofiz üzerinde düzenleyici bir etki yaratır. Hipofiz vücuttaki hormon salgılayan tüm iç salgı bezleriyle bağlantılı olarak çalışır. Bu iç salgı bezlerinden bir tanesi ise böbrek üstü bezi olarak da bilinen “adrenal” bezdir. Kronik stres hipotalamus ve hipofiz bezi üzerinde etki yaratarak adrenal bezi uyarır ve kortizol hormonunun sürekli olarak yüksek kalmasına sebep olur. Kronik kortizol yüksekliği bağışıklık sisteminin bozulması ve kronik enflamasyon demektir. Böbrek üstü bezi tüm enerjisini ve hormon hammaddesini kortizol yapmaya harcadığında seks hormonları vs. gibi diğer önemli hormonların sentezlenmesi aksamakta (adrenal yorgunluk) ve bu hormonların eksikliğiyle ilişkili başka pek çok sorun da ortaya çıkabilmektedir. Hipotalamustan başlayıp hipofiz ve adrenal beze kadar uzanan bu etkileşime kısaca “HPA aksı” adını veriyoruz. (Hypotalamo- Pituitary-Adrenal axis). Kronik stres sonucunda HPA aksının bozulması tüm endokrin sistemi ve bağışıklık sistemini bozarak bu yolla birçok hastalığın ortaya çıkmasına yol açabilir.
Sizin için yazdığımız bu yazının bir kitaba sığacak boyutta, çok kapsamlı tıbbi bilgilerin basitleştirilmiş bir özeti olduğunu bilmenizi isteriz. Bu yazıyı yazmaktaki amaçlarımızdan bir tanesi de hastalığın değil hastanın tedavi edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bir hastalık pek çok farklı sebepten dolayı ortaya çıkabileceği gibi bazen de bir tek sebep birçok farklı hastalığa yol açabilmektedir. Gerçek bir tedavi hastalığın altındaki asıl sebepleri bularak ve onlara yönelik düzenlemeleri yaparak mümkün olabilmektedir.

Şimdi yukarıdaki tabloya bir göz atalım. Bir metabolizma hastalığı olan obezitenin yalnızca diyet ve egzersizle kolayca çözümlenebileceğini düşünüyor olabilirsiniz. Hormonal bozukluğu ve/veya kronik stresi olan hastalarda bu faktörler kontrol altına alınmadan sağlıklı ve kalıcı bir sonuca ulaşmak maalesef çok kolay değildir. Yine yukarıdaki tablonun ikinci kısmında örnek olarak verdiğimiz depresyon, kalp hastalıkları, artrit, diyabet ve kanser gibi hastalıkların farklı branş hekimleri tarafından tedavi edilmesi gerektiği öngörülmekle birlikte aslında bunların tamamının altında ortak sebepler bulunmaktadır. Diyabette anti-diyabetik, artritte anti-enflamatuvar, depresyonda anti-depresan ilaç kullanmak yerine tüm bu hastalıkların altındaki ortak sebeplere yönelik bir yaklaşımda bulunmak daha doğru bir seçim olacaktır.
Kronik hastalıklara yukarıda ana hatlarıyla anlattığımız bakış açısıyla yaklaşıldığında tedavisi yok diye bilinen birçok hastalığın tedavisinde yüz güldürücü sonuçlar alınabildiğini görmekteyiz. Doğru bilgilerle donanmak kronik hastalıklarınızın tedavisi konusunda sizi güçlendirecektir. Bilgi en büyük güçtür.
Yazımızı kliniğimizin sloganı ile bitirelim: Sağlıklı olmak sizin elinizde; haydi geç olmadan başlayalım…
25.Kasım.2017
KONU İLE İLGİLİ ÖNERİLEN DİĞER YAZILARIMIZ İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNKLERE TIKLAYINIZ:
1- Kronik Toksisitede Detoks ve Şelasyon Yöntemleri
2- Otoimmün Bir Hastalığı Düşündüren Şikayetler Nelerdir?
3- İnsan Bedeninin Toprakla İletişimi-Grounding
4- Bazı Hastalıklarınızın Gizli Sebebi Gen Mutasyonu Olabilir (MTHFR)
5- Mide Şikayetleri Konusunda Ezberinizi Bozma Zamanı Geldi
6- Metilasyon Bozukluğu... Kronik Hastalıkların Biyokimyasal Nedeni
Yasal Uyarı: Bu makale özgün bir yazı olup telif hakkı yazarlara aittir. Kopyalanarak başka mecralarda kullanılması durumunda hukuki yollara başvurulacaktır. Kopyalanmadan sayfamıza link verilebilir.